Şehid Ayetullah Dr. Behişti 4 Haziran 1970 tarihinde (Almanya’dan döndükten birkaç gün sonra) yaptığı bir konuşmada Hamburg İslam merkezindeki faaliyetlerini detaylı olarak açıkladı. Bu konuşma Şehid Behişti vakfı tarafından 2001 yılında yayınlanan “Bir Düşüncenin Tanımı” isimli eserde yer almıştır.
Şehid Ayetullah Dr. Behişti 4 Haziran 1970 tarihli konuşması
Öğrencilerden biri Kur’anı Kerim’in Teslis inancıyla ilgili ifadesinin tarihle bağdaşmadığını sordu. Aslında bu soru bilimsel bir mevzuudur. O toplantıda sorunun sahibi o öğrenciye hatanın bizzat kendisinde olduğunu izah etmiş ve Kur’an Kerim’de söylenenlerin bilimsel ve tarihi gerçeklerle çelişki içinde olmadığını söylemiştim.
***/***
Şehid Ayetullah Dr. Behişti 4 Haziran 1970 tarihinde (Almanya’dan döndükten birkaç gün sonra) yaptığı bir konuşmada Hamburg İslam merkezindeki faaliyetlerini detaylı olarak açıkladı. Bu konuşma Şehid Behişti vakfı tarafından 2001 yılında yayınlanan “Bir Düşüncenin Tanımı” isimli eserde yer almıştır. Bu konuşmanın tam metni şöyledir:
Bismillahirrahmanirrahim
بسم الله الرحمن الرحيم،
الحمدلله رب العالمين، والصلوة والسلام على جميع انبيائه و رسله، و هداة خلقه الى سبيله، سيّما عبده و رسوله الى خلقه، سيدنا و نبينا محمد، خاتم النبيين و على الخيرة من آله و صُحُبه، و السلام علينا و على عبادالله الصالحين.
Elhamdülillahi Rabbil alemin Vesselatu Vesselamü Ala Cemiyi Enbiyauhu ve Resulühü Siyama Abduhu ve Resulühü ila halkıhı Seyyidena ve Nebiyyena Muhammed Hatem’un Nebiyyin …
Değerli kardeşlerim!
Uzun yıllar sizlerin samimi ve sıcak topluluğunuzdan uzak kaldıktan sonra tekrar sizlerin aranızda olmaktan büyük bir kıvanç ve mutluluk duymaktayım. Bu toplantı aslında benimle sizin aranızda kardeşlik görüşmesi oturumudur. Genelde bir yerden yolcu geldiğinde ilk olarak konuğun geldiği yerde durumlardan sorulmakta. Bunun için ben de sizlerin beklentinizi yerine getirip, ilk olarak geldiğim yerdeki durum ve faaliyetlerimle ilgili kısa bir malumat vermeyi uygun gördüm.
1964 yılı başlarında değerli taklit mercilerimiz ve bazı dostlarım tarafından bana Hamburg’a gidip, İslami tebliğ çalışmalarımı burada yürütmem teklif edildi. İran’daki faaliyet yıllarımda sürdürdüğüm değerli eğitim ve sosyal faaliyetleri dikkate alarak, buraya gelmekle o İslami ve değerli faaliyetlerimden mesafe alacağımı çok iyi biliyordum. Ancak buradaki faaliyetlerimin ne ölçüde yararlı olacağı hususunda ise tereddütlerim vardı. Fakat aynı zamanda aziz İslam’ın bize olan öğretileri, aldığımız İslami terbiye ve faaliyet yıllarında edindiğim değerli tecrübeler sayesinde bir husus benim için gün gibi aydındı ve o da şu ki Niçin Tahran’da Hamburg’a gidiyorum ve beni buraya davet edenlerin amacı neydi? Acaba beni buraya davet edenler nam ve şöhret peşinde miydiler? Acaba onlar orada yapılacak tüm değerli çalışmaların kendi adlarına tamamlanmasını mı istiyorlar? Yoksa daha kötüsü Hamburg’da yapılacak olan tüm İslami faaliyetlerin birilerine hizmet için mi olması gerekmekteydi? Yoksa tüm bunların aksine gerçekten Allah rızası doğrultusunda yapılacak faaliyetler mi olacaktı? Ancak beni Hamburg’a davet edenlerin düşünce yapılarını çok iyi tanımam ve onlarla çok eskiye dayanan bir dostluk ilişkisine sahip olmam benim açımdan tüm soruların ve endişelerin cevabını açıkça ortaya koymaktaydı.. Onlarla işbirliği yaptığı ve yakından arkadaş olduğum yıllardan edindiğim tanım ve tecrübe sayesinde onların kesinlikle bu davetten kendileri için bir şey istemedikleri, kendi şan ve şöhretleri peşinde olmadıkları hususunda tamamen müsterih oldum ve şu anda bu konu üzerinden 5 yıl 2 ay gibi bir sürenin geçtiği bir dönemde bu konuda daha derin bir güven ve itminan elde etmiş ve benim mizbanlarımın kesinlikle İslami tebliğ faaliyetleri konusunda bir ard niyetlerinin olmadığı, kendileri için bir şey istemedikleri konusunda kesin itminan elde etmiş bulunuyorum. Ben genellikle konuşmalarımda başkalarının adlarını zikretmem, fakat bu kez İran’a dönmemle birlikte bu beylerin olgunluk, İslam’a ve İslami değerlere bağlılıklarından dolayı onların isimlerini zikrederek teşekkür etmeyi kendime borç biliyorum. Peki niçin? Çünkü aziz dostlar temel başarılar özellikle bu gibi alanlarda insani ve bilim sermayeleri ve liyakat, işbilerlik sayesindedir ve bundan daha önemlisi ihlas sayesindedir. Özellikle dini faailetlerde ihlasın, Hulusi niyetin önemli bir rolü var. İnsan dini faaliyetlerde ihlas ve sahih hedeften sapacak olursa birkaç günlüğüne şatafat içinde olsa, işlerinin rast gitmesi durumunda bile işi bir sonuca varamaz.. Kısacası benim için açıklık kazanmıştı ki bu beyler Hamburg’da ihlaslı bir İslami çalışma içinde olup bu hususta değerli hizmetlere imza atmak istiyorlar. Bundan tek gayesi ise İslamdır. Fakat mesele bununla tamamlanmıyordu. Benim için başka bir soru daha söz konusu olmuştu ve o da şuydu ki acaba ben nasıl bir amaçla tahran’ı hamburg’a doğru terk etmekteydim? Bu yolculaktan amacım neydi? Acaba fırsattan yararlanıp Avrupa’nın ıslahına mı çalışmalıydım? Acaba ömrümün birkaç yılını avrupa’nın rahat ve refah ortamında mı geçirmeliydim? Hizmet, çaba ve zahmet alanından rahat olacağım, dinleneceğim, eğleneceğim bir ortama mı geçmeliydim? Yoksa gerçekten bende de hizmet arzusu var mıydı? Ve bana yapılan teklifi bu hizmet anlayışını dikkate alarak mı kabul etmeliydim. Bu huhusta insanın kendi nefsini razı edecek bir sonuca varması biraz zordur ve insan o kadar kendini aldatmaya çalışıyor, kendi kötü amellerini o kadar kendi aynasında güzel görmeye çalışıyor ki yapmış olduğu günahlarının hatta sevap olduğu zannına bile kapıldığı anlar oluyor.
«قل هل نُنبئكُم بالاَخْسَرينَ اعمالاً. الَّذين ضل سَعْيُهُم فى الحَيوةِ الدُّنيا و هم يَحْسَبون اَنّهم يُحسَنون صُنعا.»(5)
De ki: İşledikleri işler bakımından en fazla ziyan edenler kimlerdir, haber vereyim mi size?. (Kehf suresi – Ayet 103)
Dostlar! Bacılar! Kardeşler inanın ki bu soruyu cevaplamak benim için oldukça zordu. Uzun bir süre bu hususta kendimi sorguladım ve kendimi olduğum gibi bulmaya çalıştım. Ama tüm bu gayretlerime, tüm çabalarıma rağmen yine de istediğim bir cevaba ulaşamadım. Kararsızlık içinde kaldım. Avrupa gittiğimde hizmetin yanı sıra diğer bir takım asayiş ve refah imkanlarından da yararlanmam gerekirdi. Madem mesele Avrupa gitmekse, madem Avrupa’da var olan refah imkanlarından yararlanmak ve asayiş içinde bir yaşam sürdürmekse ilk önce kendi muhasebeni yapman gerekir ki acaba bu durum başkalarına olduğu gibi sana ve ailene de tatlı gelecek mi? Ama sonunda tam da olmasa bu soruma kendimi ikna edebilecek bir cevap bulabildim ve beni davet edenlerin gerçek amacının ne olduğunu sonunda fark edebildim. İşin aslına bakılırsa benim tüm kaygım beni davet edenlere hiyanet etmemden duyduğum korkuydu ve daha önemlisi hizmet yapacağım derken İslam’a ve dine hıyanet etmemdi. Bu hususta Kur’anı Kerim’in bir ayeti de bana ışık tuttu ve karar vermemde bana yardımcı oldu. Nitekim Kur’anı Kerim’in ankebut suresinin 69. ayetinde şöyle buyruluyor:
«والَّذين جاهدوُا فينا لَنَهدينَّهُم سُبلنا و انّ الله لَمع الْمُحسنين»(
Bizim için savaşanları yollarımıza sevk ederiz biz ve şüphe yok ki Allah, elbette berâberdir iyilik edenlerle.
Bu Ayetin muhatabının kendim olduğunu düşününce bu yolculuğumudan iyi sonuçlar sağlayacağım kanaatine vardım. Muhtemel sorunlar karşısında korku, kuşku ve terdit’in, gayretkeşliğe ve iradeye sahip kişilerin geleneğine aykırı gördüğüm için sonunda Kur’anı Kerim bu ayetinden de ilham alarak «فاذا عَزمْتَ فَتَوَكّلْ عَلَى اللَّهِ» yani “Allah’ın rahmetiyle onlara karşı yumuşak davrandın, yoksa kaba ve katı yürekli olsaydın mutlaka yanından ayrılıp giderlerdi” 1965 yılında Irak, Ürdün, Suriye ve Lübnan güzergâhını kullanarak Hamburg’a gitmeye karar verdim. İki buçuk yıl ben hamburg’da geçici olarak ikamet ettim. Bu süre iuçin hatta kendim için uygun bir konuş ve imkan dahi temin etmedim. Şunu da belirtmeliyim ki ben eğer orada yararlı olamayacak olsaydım hemen geri dönüp Avrupa’da İslam’ın tebliğinin mümkün olmadığını söylemem elbetteki ahlaken doğru olamazdı ve ben buna karşıydım. Toplumumuzda ne yazık ki bunun benzerine çok rastlıyoruz. Bizlerin kendimiz zayıfız, elimizden bir şey gelmiyor ama suçu kendimize mal etmemiz gerekirken bir işi kökten silip süpürüyor ve suçu başkalarına yüklemeye çalışıyoruz. Bu işin mümkün olmadığını anlatmaya çalışıyoruz. Bunun yaşadığımız toplumun başlıca afetlerinden biri olduğunu çok iyi bildiğim için kendimin de böyle bir afete yaklanmamı istemiyordum. Siz aziz dostlarımdan bugünkü konuşmamda “Ben” kavramı bolca kullanıldığı için özür diliyorum. Daha önceki konuşmalarımda kesinlikle bu kadar “Ben” kavramını kullanmamışımdır. Ama ne yapayım, siz benden orada ne yaptığımı soruyorsunuz ve ben de sizlerin sorunuza açıklık getirmek için konuşmamda kendimden söz etmeye mecbur kalıyorum.
Hamburg’a girişimde ilk etapta caminin binasının yıkık olduğunu, inşaatın yarıda kaldığını, halkın ve Hamburg belediyesinin sert itirazlarına muhatap olduğunu gördüm. Cami Hamburg şehrinin çok kritik, önemli ve güzel bir bölgesinde yer almıştır. Hamburg’a giren turistler ve yolcuların illa ki bu bölgeden geçmeleri gerekir. Şehri giren yolcuların önünü tam da o noktada kesmekte ve buranın Müslümanlara ait bir cami olduğunu, yıllarca inşaatı tamamlanmaksızın yarım kendi haline terk edildiğini belirterek Müslümanlara karşı kamu oyu oluşturulmaya çalışılıyordu.. Bu ise İslam ve Müslümanlar açısından bir utanç vesilesi olduğu gibi Müslümanlar açısından kabul edilemez bir durumdu da. Bunun içinde hep azar ve eleştiri işittiklerini belirtmekte ve eleştirilerini bizlere yönelterek “madem ki yapmayacaktınız niçin caminin inşaatına başladınız?” diye sormaktaydılar. Tüm bu meseleler Avrupa’da İslami tebliği mevzuunu ikinci, hatta daha üst bir aşamaya itmekte ve caminin inşaatının bir an evvel tamamlanarak hizmete girmesi en öncelikle mesele özelliğini kazanmıştı. Bu mesele o kadar önemli olmuştu ki ben bu caminin inşaatını tamamlamam durumunda artık Hamburg’daki görevimi tamamlayacağım kanaatine varmama sebep olmuştur