Amel meydanlarında, günlük cihad dediğimiz normal amellerimizde sürekli olarak hakka teslim olmadığımızı, hakkı ayaklarımız altına aldığımızı göstermiş ve halen de göstermekteyiz. Nitekim hayatımızda karşı karşıya bulunduğumuz olumsuzluklar genellikle hak karşısında teslim olmamamızdan kaynaklanmakta olup daha kötüsü bu acı hakikati kabul etmeyerek sürekli onu inkara kalkışmamızdır. Kendi varlığımız ve gerçek simamızla ilgili tam bir cehalet, mürekkep cehalet içindeyiz.
Bu aylarda (Muharrem ve Sefer ayları) sevgi ve aşkımızdan kaynaklanan bir bağla, iman, örf ve adetlerimiz gereği, Aşura kıyamıyla isimleri dillere düşen Hz. İmam Hüseyin as ve onun yarenlerini hatırlıyoruz. Aşura tarihinin parlayan güzide yıldızları kadın ve erkekler, kahredici acı bir olayla karşı karşıya geldiler, İtidalsizlik ve düzensizlik dışında her şey bunlarda görülmektedir.
İmam’ın Ehli Beyt’i ve Yarenleri tüm aşamalarda istikrarlı, sabit kademlere sahiplerdi. Hz. İmam Hüseyin as.ın Yezid karşısında biat’ı kabul etmediği andan o hazretin şehadetine kadar olan birkaç aylık süre içinde işte bu aile çok zor şartlar altında bir hayat sürdürmüştür.
İmam Hüseyin as. Ailesiyle birlikte geceleyin Medine’den Mekke’ye doğru hareket etmesi nasıl bir anlama geliyor? Acaba bu bir yolculuk mu? Ama nasıl bir yolculuk? Kendi şehriyle normal ilişkiye sahip olup da rahatsız olduğu zaman kendi evine ve şehrine tekrar geri dönebileceği bir yolculuk mu? Hayır kesinlikle böyle değil. O bir “Muhacir” (göçmen)dir. İmam kendi ehli beyti ile birlikte Mekke’ye doğru yola çıkmıştır. Hicretin dış görünüşü Umre haccıdır. Ama acaba meselenin hakikati nedir? Uzun bir sürede Mekke’de kalmak mı? Aslında Mekke nerededir? Orası tamamen güven yeri mi? Mekke yöneticisi ve valisinin Medine valisinden geri kalan bir yanı mı var? Üst yetkilinin emri o ikisine farklı mı? Yoksa Mekke’de zorla Yezid’e biat alınmıyor mu? Bu grup da işte böyle bir sorun mevcuttur. İkinci grup ise ona katılanlardır. Kufe halkının davetleri söz konusudur. Bu ise yeni bir plan, yeni bir yol haritası ve karar için farklı bir ortam oluşturuyor. İmam karar almalıdır. İmamın yakınları ve çevresinden bir grub Irak’a doğru hareket olunmasına karşılar.. İmam bu grubun görüşlerine muhalefet etmeli ve Irak’a doğru hareket etmelidir.
Tevriye günü yani zilhicce’nin 8. günü, bu grubun Mekke’de kalması ve hem de Müslümanların büyük toplantısı fırsatından yararlanması gerekmektedir. Fakat nasıl bir zaruret İmam’ın hareketini gerektiriyor? Bu kesin çok önemli bir zaruret olmalı! Baskı çok ağır olmalı? Hatta İmam hareket ettiği dönemde ortaya çıkan tablo… Bir taraftan Mekke valisinin ağır baskıları, diğer yandan imamın dostları ve yakın adamlarının baskısı ve hepinizin sürekli duyduğunuz gibi Irak yolu boyunca imam ve kafilesi için meydana gelen olaylar… İmam karar vermelidir. Tüm bu sahnelerde dikkat etmişsiniz mi? Tüm bu olaylar ve sahnelerde imam ve kervanındakilerin ıstırap içinde olduğuna, tedirgin olduklarına tanık olmuş musunz?
Şeyh Müfit İrşad isimli eserinde Hz. Ali Ekber ile ilgili meşhur bir sözü aktarıyor ve diyor ki: Yolda gittiğimizde bir ara at üstünde babamın gözlerinin kapanmakta olduğunu hissettim. Birden irkilerek uykudan uyandı ve (إِنَّا لِلهِ وَ إِنَّـآ إِلَيْهِ رَاجِعُونَ) İnna Lillah ve İnna İleyhi Raciun (doğrusu hepimiz Allah’tanız ve hiç kuşku yok ki hepimiz ona döneceğiz) ayetini okudu. Rüya filan gördüğünü tahmin ettim. “Baba mesele nedir? diye sordum. Babam şöyle buyurdu: Rüyamda birinin şöyle dediğini işittim: Bu grup hareket ediyor ancak ölüm onları karşılamaya geliyor.
Bu sözün bu genç üzerindeki yansıması acaba sizce nasıldır? Şöyle diyor babama dedim ki: «السنا إلي الحق؟» Ey baba biz hak değil miyiz? Babam, “Evet biz haakkız” dedi. Ben ise dedim ki mademki biz hakkız ve hak üzere hareket ediyoruz o zaman her hangi bir kaygıya yer yoktur. «اذا لا يبالک الموت»Bizim artık ölümden hiç bir korkumuz yoktur.
Bu cümleden ne anlıyoruz? Bu insanın kalbinde nasıl bir huzur, vakar ve itminandır? Bu nereden kaynaklanıyor? Bakınız niçin bu ayet şöyle buyuruyor:
(يَـأَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ ادْخُلُواْ فِي السِّلْمِ کافَّةً)
“Ey inananlar, hepiniz birden sulha, selâmete girin”
Bu ayet gerçekten de ne kadar üstün bir tabir kullanmıştır. Çünkü imandan sonra sulh ve selamete girmek söz konusudur. Ancak bunun şartı var! Hem de tek bir şartı ve o da gerçekten insanın Allah Taala cc.a teslim olmasıdır. İşte asıl sorun da zaten buradadır. Dillendirmekle gerçek arasındaki fark
Acaba bizlerin güncel hayat ve yaşamımız ne kadar hak karşısında teslim olduğumuzu gösteriyor? Gelin kendi nefsimizin muhasebesini yapalım, kendimizi sınayalım ve nasıl bir ansan olduğumuza bizzat kendimiz karar verelim. Acaba gerçekten de hakka teslim miyiz?İnsan ancak gerçek İslam sayesinde kendi hayatında huzur ve kurtuluşa erer, toplum da öyle…
Şu anda sizlerin huzurunda bu sözleri dile getirirken aynı zamanda kendi yaşamımda ve toplumda geçirmiş olduğunu nice iyi kötü tecrübeleri hatırlıyorum ve bu ayetin gerçek manasını daha iyi idrak ediyorum. Ben kendi kanaatimce bu ayetin ne demek istediğini idrak etmiş bulunuyorum. Ona karşı yakin içindeyim. Amel meydanlarında, güncel davranışlarımız ve güncel cihatlarımızda ne yazık ki hakka ve hakikate karşı gerektiği gibi teslim olmadığımızı sürekli gösteriyoruz. Hakkı ayaklarımız altına alıyoruz. Bunun için de hayatımızda var olan sorunların da hak karşısındaki teslimiyetsizliğimizden kaynaklandığını bilmemiz gerekir ve işin daha kötüsü bu hakikati de bir türlü kabul etmek istemiyoruz.
Kendi varlığımız ve gerçek simamızla ilgili tam bir cehalet, mürekkep cehalet içindeyiz.