1. Skip to Main Menu
  2. Skip to Content
  3. Skip to Footer
Son Güncellemeler: Haziran 27, 2014

Çok güzel parti kurduk! Ülkeyi sadece biz idare etmeliyiz. Zaten en iyi insan da bizleriz. İşi tek becerebilen bizleriz, başkaları ise mümin olamadıkları gibi, işte bilmemekte ve sadakatleri de yok. Böyle bir parti İslam karşıtı bir partidir. Böyle bir parti tağuti bir partidir. Çünkü her türlü benliğe tapınma, kendine tapınma Allah’a tapınmanın karşıtıdır. Bu benlik ister tek bir kişi olsun ister elli kişi… Teşkilat benliği, batının benliği gibidir, kendine tapınmanın, kendini beğenmişliğin kaynağı ve bu elli kişinin tek bir tağuta çevrilmesidir. Ferdi benliğin insanın tağuta çevrildiği misali.

İran İslam İnkılabı’nın tahakkuk ve zaferinde Şehid Ayetullah Dr. Behişti’nin eşsiz rolü, inkar olunamaz bir roldür. İslam inkılabı öncesi mücadele teşkilatlanması ve inkılapçı güçler arasında sağladığı dayanışma, Avrupa’nın kalbinde Hamburg İslam merkezinin kurması ve idare etmesi, İslam inkılabının zaferinden sonra ise ana yasa kurucular meclisi başkanlığını yürütmesi, devrim konseyi üyeliğinde bulunması ve nihayet ülkenin yüksek divanı (yargı gücü) başkanlığını yürütmesi her zaman İslam inkılabı tarihinde onun için kendine has üstün ve seçkin bir konum kazandırmıştır.

Ayetullah Behişti’nin şehadetinden 30 küsur yıl geçtiği bu dönemde İran halkının tarih bilinci halen onu unutmamış ve kendi hafızasında canlı tutmuştur. Bu süre içinde ülkede olup biten her olumsuz olay ardından İran halkı “Eğer Ayetullah Behişti olsaydı şimdi durum daha farklı olurdu” ifadesini kullanarak onun yokluğunu hissetmiş ve hissettirmiştir. Halk içerisinde sürekli olarak şu soru gündemde tutulmuş ki “eğer Behişti olsaydı acaba mevcut akımlar hangi istikamete doğru hareket ederlerdi?” Bu gösteriyor ki Şehid Ayetullah Behiştinin makul, mantıklı kimliği ve şahsiyeti hala halkın benliğinde canlılığını korumakta. Şehid Behiştinin halk içindeki karizmasını onun heybeti, kelamı ve davranışında müşahede etmek mümkün.

Ayetullah Behişti kendi döneminde Ayetullah makamının yanı sıra modern bilimde de doktorluk unvanına sahip ender din alimlerinden biriydi. Bu demek oluyor ki o, din uleması içerisinde özel bir makam ve makbuliyete sahip olduğu gibi modern eğitim ashabı ve aydınlar nezdinde de oldukça saygın, sayılıp sevilen biriydi. Ayetullah Behiştinin yıllar boyu Almanya’da Hamburg İslam merkezinde bulunması ve bu süre içerisinde bir takım Avrupa dillerini öğrenek, rahatlıkla konuşma yeteneği elde etmesi onu salt dini bir şahsiyet olmaktan çıkarmış ve tüm dönemlere ve kitlelere ait bir şahsiyet konumuna getirmişti.

Onun üstün kariyer ve şahsiyetine az da olsa ışık tutmak için şehadetinden birkaç ay önce İttilaat gazetesine verdiği röportajı burada sizlere aktarmak istiyoruz.

İttilaat gazetesi söz konusu röportaj’ın girişinde şöyle yazıyor:

***/***

Ülke Yüce Divanı Başkanı Dr. Behişti ile ülkenin muhtelif meselelerine konuştuk. Bu röportaj, cumhurbaşkanlığı, hükümet, meclis, seçimler, bakanların seçimi gibi konuları gündeme getirerek Ayetullah Behişti’nin bu konularda görüşünü almamız için bize güzel bir fırsat sundu. Dilerseniz sorularımız ve cevapları hep birlikte gözden geçirelim:

S.

Bakanlar kurulunun hala tamamlanamaması ve bu şartlarda yeni kabineyle ilgili meclise sunulan tasarı kanaatimce tehlikelidir. Bu mesele ve milletvekillerinin bu konudaki tepkileri konusunda siz ne düşünüyorsunuz?

C:

Bismillahirrahmanirrahim

Anayasada bakanların seçilme metoduyla ilgili olarak şu husus vurgulanmıştır ki bakanların seçimi çok dikkatli olmalıdır ve hükümet iki açıdan halk oyuna sahip olmalıdır. Birincisi halk tarafından seçilmiş olan cumhurbaşkanı tarafından ve ikincisi halk tarafından seçilmiş meclis kanalıyla.

Bunun çok modern ve gelişmiş, ilerici bir metot olduğunda hiç kuşku yok. Ana yasanın hazırlandığı zaman cumhurbaşkanı ile meclisin (bakanların seçilmesinde) anlaşmazlığa düşmeleri durumunda ne yapmak gerektiği sorusu gündeme geldi. Biz İslami ahlakın etkin konumunu dikkate alarak ve bu gibi anlaşmazlıkların sonunda, dakik, hesap olunmuş ve ortak bir görüşe varacağı temennisiyle, inşallah toplumumuzda böyle bir sorunla karşılaşılmayacağı temennisinde bulunduk. Müsaade edin de bu ihtilaftan söz etmeyelim. Ama ne yazık ki daha ilk tecrübemizde bu hususta fazlasıyla iyimser olduğumuzu gördük. Çünkü yeni hükümetin teşkili eşiğinde halk tarafından seçilen cumhurbaşkanının yine halk tarafından seçilen meclisle başbakanın seçilmesi konusunda anlaşmazlığa düştü. Cumhurbaşkanı başbakanla ilgili bir takım özellikler ve ölçüler ararken meclis de daha farklı özellik ve ölçüler peşindeydi.

Cumhurbaşkanı, başbakan olacak kişinin, dinamik, hareketli, ekonomist, sosyolog, mevcut idari organlarla dayanışma içinde olma kabiliyet ve gücüne sahip biri olması ve ülkeyi idare edebilmesi gerektiğini vurgularken meclis de başbakanın her şeyden önce İslami inancı, inkılapçı özelliği, idraki, inkılap ve halk uğruna çekmiş olduğu ızdırap ve çilelerinin milletvekilleri tarafından bilinen biri olması gerektiği üzerinde ısrar etmekteydi. Aynı zamanda başbakan olacak kişinin iyi bir idareci, uzman olması, sosyal meselelerin farkında olması da gerekir. Bu özelliklere sahip olamayan birinin başbakan olması düşünülemez. Evet bu meclisin başbakan’ın özellikleriyle ilgili görüşüydü. Cumhurbaşkanı ile meclis başbakan’ın ölçü ve özellikleri konusunda ihtilafa düşmüş, anlaşmaya varamamıştı. Ancak ülkenin mevcut şartlarından dolayı kalben istemeseler de Recai’nin başbakan olarak seçilmesi üzerinde nisbi bir anlaşmaya varılması ardından bakanların seçilmesi sırası gelmişti. Bu kez iki kişi yerine üç kişinin seçimi söz konusuydu. Cumhurbaşkanı, Meclis ve başbakan… başbakan’ın seçilmesi konusunda iki kurumun görüşüne baş vurulurken bakanların seçilmesinde iki kurumun yanı sıra başbakan’ın da görüşü gündemdeydi. Başbakan, madem ben başbakanım, bakanlarım da benim ölçülerim çerçevesinde olması gerekir diyordu. Cumhurbaşkanı ise diyordu ki madem yürütme gücünün başkanı benim ve halkın oyunu alarak bu makama seçilmiş bulunuyorum, bakanlar da benim ölçülerime uygun olmalı. Halbuki bu ölçülere sahip olan bir başbakan, kendi çalışma arkadaşları bakanların cumhurbaşkanı tarafından kendine istenmeyerek kabullendirilmesinin hiç de mantıklı ve insafa uygun olmadığını belirtiyordu. Bu aşamada bir kez daha meclisle başbakan ortak bir istikamette yer aldı ve ülke idaresinde yeni bir çıkmaza girildi.

Kanaatimce bu tecrübe şu gerçeği göstermiştir ki anayasa gözden geçirildiği ve yeni ek maddeler eklendiği zaman artık toplumun bu gibi sorunlarla yüz yüze olmayacağı şekilde ayarlanması gerekir. Ama anayasanın her gün gözden geçirilmesi ve ek maddelerin ilhak edilmesi mümkün olmadığı için mevcut anayasanın birkaç yıllığına icra edilmesi ve noksanlıklarının aydınlanması ardından anayasanın genel bir gözden geçirilmesi daha iyi olur kanaatindeyim.

Bu birkaç yıl içinde meclis, cumhurbaşkanı, hükümet ve öteki yetkililer, sorunlu ve çetin meseleleri, toplumun ve inkılabın gelişmesi ve rüştüne engel olmayacak şekilde üstesinden gelmeliler. Ben diyorum ki cumhurbaşkanı halk tarafından seçilmiştir, meclis de halk tarafından seçilmiştir, yani her iki de halkın seçtiğidir. Eğer başbakanın seçimi konusunda anlaşmazlığa düşecek olurlarsa ve bu anlaşmazlığın kaynağında partisel meseleler bulunuyorsa her ikisi de göz yummalılar. Yok eğer anlaşmazlık temele meseleler hakkındaysa burada en iyi tek bir kişiden ibaret olan cumhurbaşkanı meclisin görüşünü kendi görüşüne öncelik vermelidir. Demelidir ki güzel ben halk tarafından seçilmişim ama bu grub da halk tarafından seçilmiştir. Fakat eğer ben tek bir kişi olarak farklı bir şekilde düşünüyorum ve bu milletvekillerinden 120 kişi de farklı bir şekilde ve 140 kişi ise daha farklı bir şekilde düşünmektedir. Bu daha insaflı olacak ki ülke idaresinde kriz çıkmaması ve işlerin tıkanmaması için cumhurbaşkanı, kendi hakkından vazgeçtiğini ve meclisin genel görüşünü kabul ettiğini söylemesi çok daha doğru ve yerinde bir karar olacaktır. Başbakan’ın seçilmesi ardından ise eğer cumhurbaşkanı, başbakan ve meclis arasında diyalog ve dayanışma olursa ne ala! Yok eğer anlaşmazlık devam ederse ve bu kez de eğer başbakanla meclis tek bir tarafta yer alır ve cumhurbaşkanı karşı tarafta yer alırsa burada da cumhurbaşkanı kendi görüş ve programına ters düşecek olsa bile, ülkenin mevcut krizden çıkması ve sorunların üstesinden gelmesi için kendi görüşünden vazgeçerek, başbakan ve meclisin görüşünü kabul ettiğini belirtmesi çok daha yerinde ve olumlu bir karar olacaktır. Özellikle başbakanığa getirilen kişinin bizzat meclisin görüşü doğrultusunda seçildiğini de dikkate alması gerekir.

Cumhurbaşkanı halk karşısında sorumludur. Fakat meclis karşısındaki sorumluluğu başbakana göre daha farklıdır. Anayasa uyarınca yapılan icraat karşısında asıl sorumlu olan bakanlar kuruludur. Gördüğünüz gibi anayasada da açıklık kazanmıştır hükümet kendi kararlarını alır ve sadece cumhurbaşkanının bilgilendirmekle yükümlüdür. Nitekim hükümetin her icraatının sorumluluğu bizzat başbakan ve bakanlar kuruluna aittir. Nitekim bu konuda başbakan ve meclisin kararını cumhurbaşkanının kararına öncelik tanımamız yerinde olur.

S:

Şu anda meclise sunulan parti ve toplulukların özgürlüğü tasarısıyla ilgili ne düşünüyorsunuz? Aslında bir toplumda farklı toplulukların var olmasının temeli nedir sizce?

C:

Bu hususta “Cumhuri-i İslami Partisi”nin siyaset ve tüzüğünde ne düşündüğümüzü ve görüşlerimizi açık bir şekilde ilan etmiş bulunuyoruz. Hatta bunu 10 sayıda Cumhuri-i İslami gazetesinde yayınlamış da bulunuyoruz. Aslında partinin İslam nizamında nasıl bir anlam ifade ettiğine bakmamız gerekir. İslam nizamında parti demek, bir araya toplanmak, teşkilatlanmak, birbirini tanışan kişilerin belli bir çatı altında mevcut kuralları kabullenmesi ve karşılıklı itimat ve güven içinde olmalarıdır. Parti çatısı altında toplanan kişilerin ortak inancı İslam olduğu için, İslam dini şartları uyarınca oluşturulan sosyal, ekonomik ve manevi bir sistemle İslam toplumunu idare etmekte ve idaresine ortaktırlar. Bu partinin anlamıdır. Biz Cumhuri-i İslami partisini ilk kurduğumuzda bu partinin İslam açısından mahdut, sınırlı olduğunu söylemiştik. Çünkü düzen İslam tarafından teşvik edilmiş ve toplumun düzene kavuşması gerektiğini belirtmiştir. Bir arada çalışmak isteyen kişiler eğer birbirlerini tanıyıp, birlikte işbirliğinde bulunacak olurlarsa ister istemez aralarında samimiyet oluşur. Madem biz parti kurduk, teşkilatlandık öyleyse ülkeyi de sadece bir idare etmeliyiz, sadece biz iyi insanlarız, sadece işi iyi bilen, iyi takib eden bizleriz, tek mümin, iman sahibi bizleriz, başkaları ise mümin olamadıkları gibi, işte bilmemekte ve sadakatleri de yok. Böyle bir parti İslam karşıtı bir partidir. Böyle bir parti tağuti bir partidir. Çünkü her türlü benliğe tapınma, kendine tapınma Allah’a tapınmanın karşıtıdır. Bu benlik ister tek bir kişi olsun ister elli kişi… Teşkilat benliği, batının benliği gibidir, kendine tapınmanın, kendini beğenmişliğin kaynağı ve bu elli kişinin tek bir tağuta çevrilmesidir. Ferdi benliğin insanın tağuta çevrildiği misali.

Öyleyse asıl önemli olan husus, bir partinin tekelci olmamasıdır. Yani kendilerinin iyi olup da bu teşkilatın dışında kalanların tümünün kötü olduğu, imanlı olmadığı, işlevsiz olduğu inancına sahip olmamalıdır. Tek particilik, bir ülkede sadece tek bir partinin var olması ve iktidarda bulunması ve başka partilerin faaliyetine izin verilmemesidir.

Bunun toplum için yararlı olmadığı kanaatindeyim. Böyle bir durum söz konusu partinin topluma karşı dilediği gibi davranmasına sebep olur. (İslam nizamında) başka partilerin de olması gereklidir. Bu partilerin büyük veya küçük olmaları meseleyi değiştirmez.


sürümünü yazdırın
No comment for this content.Be first !

Bir Cevap Yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Abonman

E-posta adresinizi girin:

Anket

 

1981 yılında Tahran’da Cumhuriyi İslami Partisinin merkez binasında vuku bulan korkunç patlamada şehid düşen  Ayetullah Muhammed Hüseyin Behişti ve 72. yakın çalışma arkadaşının 33. şehadet yıl dönümü merasimi Cuma günü öğleden sonra saat 18.30 ila 20 arasında Tahran’ın Behişti Zehra mezarlığında o şehidin ve 72 yaranını mezarlarının bulunduğu anıt bölümünde düzenlendi.