Tüketim dünyasının bazı noktalarından ve köşelerinden yeni seslerin yükselmesi ümit verici ve sevinç kaynağıdır. Şu sesler asrımızda esaret zincirine vurulmuş insanlar için, üretim ve tüketim köleliğinden kurtuluş ışığı ve meselesi olabilir, daha fazla ümit verici ve sevindirici olay şudur ki bu sesler, orta yaşlı ve yaşlı insanlardan daha çok gençlerden, yani yeni nesillerden duyulmaktadır.
Bir süreden beri dünyanın her yerinde gençlerin kalem, dil ve ameli tepkileri şöyle feryat edip sesleniyor ki; biz, yaşamak için süslenmiş, bezenmiş bir görkemli, rahat ve her şeyle donatılmış sarayların içerisinde hayatı anlamsız, boş ve iğrenç buluyoruz.
Bu şatafatlı saraylar içinde mutlu insanlar nerelerdedirler? Bizlere gösterebilir misiniz?
Tıka basa yük almış bu gemi acaba hangi güvenilir, emin kıyıya doğru ilerliyor?
Bu görkemli medeniyet doğrusu acaba insana ne kadar değer veriyor?
Doğrusu bunca araç ve gereç mi insanın hizmetindedir yoksa beyinleri yıkanmış, fikirleri çalınmış, elleri kelepçeli biz insanlar mı araç ve gereçlerin hizmetindeyiz?
Acaba bu şatafatlı medeniyet, şehirlerin, kıtaların, gezegenlerin arasındaki mesafeyi kısaltıp, büyük dünyayı bir mahalleye veya eve çevirdiği gibi, acaba bu evde oturan insanları da gerçekten birbirine yakınlaştırıp, kalplarını birbirine karşı kılabilmiş midir? Yoksa mesafeler, yerler birbirine yakınlaşmış da kalpler birbirinden uzaklaş mıdır? Veya daha kötüsü insanlar tüm zorluğa rağmen işkembe, cinsel içgüdüler ve makam gibi arzu ve taleplerin hizmetine girip artık başkaların kalplerinden uzak veya yakın olmak gibi bir düşünceleri kalmış mıdır?
Doğrudur ki bu seller genellikle, ekonomik refaha erişmiş topraklarda yaşayan, gece yiyebilecek bir lokma ekmek, zaruri ihtiyaçlarının düşüncesi içerisinde olmayan bir kesimde duyuluyor.
Doğrudur ki halen dünyanın birçok bölgesinde sefalet ve fakirliğe sürüklenen mahrum insan kitleleri, bir defa olsun yokluğu tatmayan kadınlar, çocuklar ve toplumun geneli bu sefaletten kurtulup, ekonomik refaha erişebilmenin çabası içindeler.
Fakat aklıselim, bu mahrum halkın, böyle bir akıbete uğramaması için sahih bir istikamete hidayet olunmasını gerektiriyor.
Kesin olan şudur ki bilinçlenmiş, maddi ve ekonomik refahın esaretinden kurtulmuş insanlar açıkça görüyorlar ki; insan her ne kadar asırlar boyu, daha iyi yaşayabilmek için çalışıp yeni keşiflerde bulunarak insanın yaşamını kolaylaştırmışsa da bunun yanı sıra insanı, insani değerleri büyük saray putuna kurban etmiştir.
Kutsal kavramların içi boşaltılmış muhtevası yok edilmiştir. Bunu yaparken de asrımız dünyasının ve teknolojinin böyle icab ettiğini empoze etmeye çalışıyorlar.
Ama artık asrımız insanı, bilimin ve sanayinin yardımıyla, “Nasıl yaşaması gerektiğini” ona öğretmemizle yetinmiyor.
Israrla, “niçin ve neden yaşadığın” bilmek öğrenmek istiyor.
Kötümser insanların zannettiklerinin aksine, bu öze dönüş ve uyanma ondan yükselen seslerin hafif yahut feryat olarak duyulması, insanlık için bereketli ve mübarek bilinçlenmenin doğuşu olabilir, başarılı sonuçlar doğuran hareketlenmeye sebep olup insanlık toplumu için yeni doğuş beraberinde getirebilir. İnsanlığı bir daha aldanmamsı için şuurlandırıp, araç – gereç tekâmülünü, insani tekâmül yerine yanlış anlamamasını sağlayıp daha değerlisi “tekâmül hareketi”nin gerçek ve insani saadet doğrultusundaki iyi sonuçlar doğuran hareketini gerçekleştirebilsin.
Kur’anı Kerim Bu konuda Ne Diyor
Kur’anı Kerim bu ilkeyi şöyle vurguluyor: Yaşam bütün güzelliğine, rengine, cilasına ve ihtişamına rağmen insana layık olan hedeften, iman ve maneviyattan uzak kalırsa manasız ve muhtevasızdır, ona gönül veren insan ziyankâr olup, çabaları neticesiz ve boş olacaktır:
“Bilin ki dünyâ yaşayışı, ancak bir oyundur, bir eğlencedir, bir bezentidir ve aranızda bir övünmedir ve bir mal ve evlât çokluğu gayretidir ancak ve bunlardan ibârettir de; halbuki dünyâ yaşayışı, bir yağmura benzer, bitirdiği nebatlar, ekincileri şaşırtır, sevindirir, sonra kuruyuverir de bir de bakarsın, sapsarı olmuş, sararıp solmuş, sonra da un-ufak olmuş, dağılıp gitmiş ve âhiretteyse çetin bir azap var ve Allah’tan yarlıgama ve râzılık ve dünyâ yaşayışı, ancak bir aldanış metaından ibârettir.” (Hadid – 20)
Kur’anı Kerim bir başka ayette de ilk önce Allah’ı hatırlatıyor ve onun göklerin ve yerin nuru olduğunu, âlemin manası, hakikati, ruhu ve yön vericisi, yol göstericisi ve bütün evrenin yegane hedefi olduğunu vurguluyor.
Daha sonra ihtiyaçlarını gidermek, dünya malı için çaba harcamak uğruna Allah’tan gafil olmayan insanları övüyor, hayatın temel hedefinden uzaklaşmıyor, neticede en iyi çaba ve amelinde en iyi neticeye varacağını söylüyor. Onların çabaları ise devamlı başarıya ulaşıyor, fazilet ve kemal meydana getiriyor. Daha sonra hedefsiz ve Allah’tan habersiz insanların çabasının heba olacağı konusunu şöyle açıklıyor:
“Kâfir olanlarsa, onların yaptıkları, çöldeki serâba benzer, susamış kimse, su sanır onu, fakat oraya gidince suya âit hiçbir şey bulamaz da kendi yanında bulur Allah’ı ve o, kâfirin hesâbını tamâmıyla görüp karşılığını öder ve Allah, pek tez hesap görür.
Yahut da derin bir denizi kaplayan karanlıklara benzer; onu bir dalgadır, sarmıştır, üstüne bir dalga daha gelir, daha üste de bulut çökmüştür, karanlıklar, karanlıklar üstüne yığılmıştır, öylesine ki elini çıkarsa onu bile nerdeyse göremez ve Allah, kime nur vermemişse artık bir nur yoktur ona.” (Nur Suresi – 39 ve 40. ayetler)
Üzerinde düşünülmesi gereken konu şudur ki Kur’anı Kerim bu ayetlerde birçok bilimsel ve teknolojik ilerlemelerden, maddi hayat boyutlarının genişlemesinden, gelişmesinden sonra iyice belirginleşen gerçekleri gözler önüne sermiştir. Tamahkar ve hırslı insanın çabası boş, yaşayış yönü, hedefi anlamsız, her yer karanlıklara boğulmuş, insanlar başıboş, dalgalar arasına gömülmekte ve nihayet şu soru yine cevapsız kalmaktadır.
Hayatın anlamı nedir? Nasıl bir hedefi var?
Kur’anı Kerim bu şaşkınlık ve bunalımın sırrını, iman kavramının insan hayatından uzaklaşmasında görüyor ki, bu durum, bütün çabaların, faaliyetlerin maddi yönde olmasına, insanın tüketim için üretim ve üretim için tüketim dairesi etrafında dönmesine sebep olmakta. Bu gibi insanlar maddi hedeflerinde en üst düzeye varabilirler ama bu isteklerin ötesinde teknoloji tekamülünün en doruk noktasında gerçekten insana layık olan bir şey bulunmaz ve bulundukları ortamdan yok olup giderler.
“Kim dünya yaşayışını ve ziynetini dilerse bu çeşit kişilerin yaptıklarının karşılığını tam olarak öderiz ve onlar, bu hususta hiçbir zarara uğramazlar.
Öyle kişilerdir onlar ki âhirette onlara ancak ateş var, dünyâda işledikleri işlerse boşa gitmiştir, zâten de bütün işledikleri boştur.” (Hud Suresi / 15-16)
2. Bölümün Sonu……. Devam edecek/