Büyük güçler karşısında, hatta ilerlemiş ülkeler, onların düşünceleri, gelenekleri ve mektepleri karşısında kendini küçük görmek, kendini aşağılamak, insanın düşünce gücünü yok edip, onu kendine öylesine hayran bırakıyor ki kendisi düşünemiyor, göremiyor ve başkalarının gözüyle görüyor, başkaların kulağıyla işitiyor ve başkalarının beyniyle düşünüyor.
Kat’i, köklü ve şeffaf bilgi
Kur’anı Kerim insanın ancak ve ancak kesin ve açık bir şekilde şuuruna verdiği hedef ve yolun peşinde gitmesi gerektiğini vurguluyor.
“Bilmediğin şeyin ardına düşme; doğrusu kulak, göz ve kalp, bunların hepsi o şeyden sorumlu olur.” (İsra suresi / 36)
“”Allah çocuk edindi” dediler; hasa; O müstağnidir; göklerde ve yerde olanlara sahiptir. Elinizde, onun çocuk edindiğine dair bir delil yoktur, bilmediğiniz şeyi Allah’a karsı nasıl soyluyorsunuz?” (Yunus suresi/68)
“”Yahudi veya Hıristiyan olmayan kimse elbette cennete girmeyecek” dediler; bu onların kuruntularıdır. De ki: “Sözünüz doğru ise delillerinizi getirin.” (Bakara/111)
Zan ve kuşku hiçbir zaman bu tür tanımlara vesile olamaz.
“onların çoğu zanna uyarlar; gerçekte ise zan, hakikat karsısında bir şey ifade etmez. Allah, yaptıklarını şüphesiz bilir.” (Yunus/36)
Aslında Kur’anı Kerim açısından zannın hiçbir değer ve itibarı yoktur. Öyle ki birçok ayeti kerimede zanna uyarak amel etmek, iş yapmak bir nevi akılsız körü körüne bir eylem olarak nitelenmiştir.
Bilimsel ve Kat’ı Tanımın Engelleri
Kur7anı Kerim, zannın destekçisi konumuna gelen ve onu apaçık bilimsel tanımın yerine oturan faktörleri beyan buyurmaktadır:
1- Heva ve Hevese Uymak
Hevesler, şehvetler, tamahkârlıklar ve çıkarcılık zihni ve düşüncesi, okurları doğru dürüst yargılamadan alıkoyuyor:
“Eğer, Sana cevap veremezlerse, onların sadece heveslerine uyduklarını bil. Allah’tan bir yol gösterici olmadan hevesine uyandan daha sapık kim vardır? Allah zalim milleti şüphesiz ki doğru yola eriştirmez.” (Kasas/50)
2 – Ecdat ve ataların örf ve gelenekleri
“Hayır; dediler ki: “Gerçekten atalarımızı bir ümmet üzerinde bulduk ve doğrusu biz onların izleri (eserleri) üstünde doğru olana (hidayete) yönelmiş (kimse)leriz.”
“İşte böyle, senden önce de (herhangi) bir memlekete bir elçi göndermiş olmayalım, mutlaka onun ‘refah içinde şımarıp azan önde gelenleri’ (şöyle) demişlerdir: “Gerçekten biz, atalarımızı bir ümmet (din) üzerinde bulduk ve doğrusu biz, onların izlerine (eserlerine) uymuş kimseleriz.”
“(O peygamberlerden her biri de şöyle) Demiştir: “Ben size atalarınızı üstünde bulduğunuz şeyden daha doğru olanını getirmiş olsam da mı?” Onlar da demişlerdi ki: “Doğrusu biz, kendisiyle gönderildiğiniz şeye kâfir olanlarız.” (Zuhruf – 22 ila 24)
-Büyükler ve Kudretler Karşısında Kendini kaybetmesi
“… Ve Rabbimiz derler, gerçekten de ulularımıza ve büyüklerimize itaat ettik de onlar sapıttı yolumuzu.” (Ahzab/67)
Büyük güçler karşısında, hatta ilerlemiş ülkeler, onların düşünceleri, gelenekleri ve mektepleri karşısında kendini küçük görmek, kendini aşağılamak, insanın düşünce gücünü yok edip, onu kendine öylesine hayran bırakıyor ki kendisi düşünemiyor, göremiyor ve başkalarının gözüyle görüyor, başkaların kulağıyla işitiyor ve başkalarının beyniyle düşünüyor.
Tanıma araç ve gereçleri
Kur’anı Kerim, kesin bilgi ve güvenilir ilim elde etmek için birkaç önemli vesile, araç zikrediyor.
“Sam’i” kulak işitsel
“Baseri” Göz görsel
“Fuad” Gönül
“Allah, sizi annelerinizin karnından hiçbir şey bilmezken çıkardı ve umulur ki şükredersiniz diye işitme, görme (duyularını) ve gönüller verdi.” (Nahl-78
Ve Başka bir ayet’te de Allah taala cc. Şöyle buyuruyor:
“Sonra onu ‘düzeltip bir biçime soktu’ ve ona Ruhundan üfledi. Sizin için de kulak, gözler ve gönüller var etti. Ne az şükrediyorsunuz?”(Secde – 9)
Bizim bilinçlenmemizin önemli bir bölümü duymak yoluyladır, başkalarının fikir, düşünce, tecrübe ve araştırmalarının neticeleri olan birçok konular gibi yahut vuku bulan ve bizim güvenilir kimseler ve kaynaklardan duyduğumuz hadiseler gibi.
Bizlerin bildiklerimizin diğer önemli bir bölümü görmek ve müşahede yoluyladır.
Diğer önemli bir bölümü ise içsel müşahedeler ve batini hissetmeler yoluyladır.
Fakat görmek, duymak veya batını müşahede yoluyla zihne giren şeyler yüzeysel olup değersizdir, çünkü yeterince incelenememiş, değerlendirilmemiştir. Nitekim bu ham algılamalar gönül merkezinde fikir ve düşüncenin yardımıyla pişirilmelidir ki güvenilir, değerli, kabul götürecek ve uyulacak bir bilgi, bilinç haline gelsin.
Kur’anı Kerim insanın gelişmesini, tekâmül etmesini, doğru dürüst kullanılması sayesinde görmektedir, hatta onları işitmemek ve onlardan yararlanmamak insanı, dört ayaklı hayvanlar derecesine kadar düşürüyor.
“…Kalpleri vardır bununla kavrayıp-anlamazlar, gözleri vardır bununla görmezler, kulakları vardır bununla işitmezler. Bunlar hayvanlar gibidir, hatta daha aşağılıktırlar. İşte bunlar gafil olanlardır.” (A’raf suresi/ 179)
Kalbin önemi ve Geniş Etkisi
Kur’anı Kerim kalbin önemli rolü hakkında çeşitli tabirler kullanmaktadır. “Tefekkür”, “tedebbür”, “taakkul” gibi.
Tefekkür etmek, fikretmek, iç ve dış bilgileri düşünmek ve tanzim etmektir. Böylece terkib olarak mukayese olsun, değerlendirilsin ve ondan genel esaslar ve kaideler elde edilsin ki cüz’i olaylar ve malumlar hakkında kesin sonuca varılsın ve her malumatı kendine özgü yerinde incelesin.
“Tedebbür”, her şeyin hakikatini anlamak için sırların ötesine kadar uzanmak, nüfuz etmek manasınadır. Çünkü bizlerin his, duyum yoluyla elde ettiklerimiz, eşyaların ve onların mevcut durumları hakkında yüzeysel bir yankıdır, bu bakımdan bizim hislerimiz, direkt olarak eşyaların hakikatine varmıyor, olayların geleceğini göstermiyor.
Görülmeyen, dokunulamayan şeyler hakkındaki bizim hissi tanımlarımızın yeterli dayanağı ve gücü yoktur. Fakat tedebbürle zihni tahlil ve analizle her şeyin içine sızmak ve onların hakikatini anlamak mümkün olur.
Bu bakımdan âlimane tanım her türlü tahminden temel zayıflığından yüzyıl yargıdan, dar görüşlülükten uzak olmalı, kesin ve dikkatli fikri tahlil ve incelemeyle bir olmalıdır ki uygulanılmaya değer, kesin ve güvenilir sonuçlar doğursun.
Nazar Etme (Araştırma)
Kur’anı Kerim birçok ayette bizleri araştırmaya, bakmaya teşvik ediyor. Arapça bir kavram olan Nazar (görme), araştırmak için muhtelif konular üzerinde dikkat göstermek, araştırmada bulunmak, meselelerle ilgilenmek, ilgi duymak ve tefekkür etmektir. Bu ayetlerde nazar meselesi beyan buyrulmuştur:
“De ki: “Göklerde ve yerde ne var? Bir bakıverin.” İman etmeyen bir topluluğa apaçık ayetler ve uyarmalar bir şey sağlamaz. (Yunus suresi / 101)
“De ki: yeryüzünü gezin de bakıp görün, nasıl yaratmaya başlamıştır.” (Ankebut suresi-23)
“Fitnecilerin sonunun nasıl olduğuna bakın da görün” (Araf suresi/ 36)
Bu düşünme ve tefekkür ise belli bir sınırlama ve mahdudiyete tabii değil. Yine Kur’anı Kerim bir başka ayette düşünme konusunda şöyle buyuruyor:
“- Şüphesiz göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün art arda gelişinde temiz akıl sahipleri için gerçekten ayetler vardır.
Onlar, ayakta iken, otururken, yan yatarken Allah’ı zikrederler ve göklerin ve yerin yaratılışı konusunda düşünürler. (Ve derler kiJ “Rabbimiz, Sen bunu boşuna yaratmadın. Sen pek yücesin, bizi ateşin azabından koru.” (alı İmran suresi/190 ve 191. Ayetler)
Ve bunun gibi diğer yüzlerce ayet, engin evren hakkında insanın fikretmesi, araştırması, incelenmesi için bir zemin kılmış ve onu böyle bir göreve davet etmektedir.
“Onlara kendisine ayetlerimizi verdiğimiz kişinin haberini anlat. O, bundan sıyrılıp-uzaklaşmış, şeytan onu peşine takmıştı.”
Ve diğer birçok ayet, geçmiş kavimlerin hallerini araştırmayı, düşünmeyi halkın aydınlanması ve ibret için bir vesile göstermektedir, geçmiş kavimlerin ilerlemelerinin, yıkılmalarının ve onlar içerisinde meydana gelen değişimlerin, nedenlerini araştırmak ve incelemenin öğretici olduğunu beyan buyurmaktadır.